MEZOPOTAMYA

DİYARBAKIR EĞİTİM SEN: DİYARBAKIR’DAKİ SINIFLAR KALABALIK

Diyarbakır Eğitim Sen, 2023-2024 eğitim öğretim yılı yarı dönem sonu raporunda, “ilimizdeki okulların yüzde 87’sinde sınıflar kalabalıktır” denildi.

DİYARBAKIR EĞİTİM SEN: DİYARBAKIR’DAKİ SINIFLAR KALABALIK

Diyarbakır Eğitim Sen, 2023-2024 eğitim öğretim yılı dönem sonu raporunu açıkladı.

 

Açıklamayı Diyarbakır Eğitim Sen 1 No’lu şube kadın sekreteri Arzu Koç okudu.

 

“DİNSELLEŞME UYGULAMALARI BAKANLIK POLİTİKASI”

Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Türkiye’de eğitim sistemi ile ilgili sorunlar her sene olduğu gibi bu sene de milyonlarca öğrenciyi, aileyi ve eğitim emekçisini olumsuz etkilemektedir. Türkiye’de eğitim kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılıp özelleştirilmeye ve dinselleştirilmeye çalışılmakta; cinsiyetçi ideolojilere dair eğitim politikaları üretilmektedir. Uzun süredir eğitim sisteminde ve okullarda siyasal iktidarın ideolojik hedefleri doğrultusunda yoğunlaştırılmış din dersleri verilirken öğrenciler bilimsel eğitimden uzaklaştırılmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, iktidar güdümündeki dini vakıf ve derneklerle yapmış olduğu protokollerin sonuçları ülkenin dört bir yanında yaşanan örneklerle ortaya çıkmaya başlamış, çeşitli illerde doğrudan laik eğitimi hedef alan uygulamalar yaşanmıştır. Eğitim Sen, sürekli olarak bütün kademelerde eğitimin niteliğini yükseltilmesi, çocukların özgür ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesi için somut adımlar atılması gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak MEB, bugüne kadar yaptığı gibi, din ve inanç alanı gibi son derece hassas bir konuda okullarımızı Diyanetin, dini dernek ve vakıfların temel faaliyet alanları haline getirmiştir. Mecliste 2024 MEB bütçesi görüşmeleri sırasında Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in ‘tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğiz’ sözleri yıllardır eğitim sisteminde yaşanan ‘dinselleşme’ uygulamalarının bakanlık politikası olduğunun itirafı olmuştur.”

 

“ÖĞRENCİLERİMİZ YETERİNCE BESLENEMİYOR”

İktidarın neoliberal eğitim politikalarına değinilen açıklamada, “Neoliberal politikalar ekseninde dizayn edilen kamusal yaşam öğrencileri ve eğitim emekçilerini yoksulluğa sürükleyerek onları adeta sorunlar yumağının içine hapsetmektedir. Eğitim emekçilerinin aldığı ücretin yoksulluk sınırı altında kalması barınma ve ulaşım koşullarını zorlaştırmakta; onları insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmenin fırsatlarından alı koymaktadır. Sermeyedarların bir gecede vergi affı ile borçları silinirken, eğitim emekçilerinin dahil edildiği vergi oranları arttırılarak aldıkları üç kuruşa da göz dikilmektedir. Seyyanen zam ve ek ders ödemeleri taban maaşa yansıtılmadığı için birçok eğitim emekçisi emekli olmak zorlaşmıştır. Eğitim emekçilerinin yaşadığı ekonomik sıkıntıların yanı sıra toplumdaki yoksulluğun eğitim süreçlerine doğrudan yansımasını gözlemleyebiliyoruz. Öğrencilerimiz yeterince beslenemiyor. Bu durum öğrencilerin gelişimini etkilemekle beraber akademik başarılarına da doğrudan etki ediyor. Bu anlamda ‘her çocuğa bir öğün sağlıklı yemek ve su’ talebimizi buradan yineliyoruz” denildi.

 

“ANADİLİNDE EĞİTİM HAKKI ERTELENEMEZ VE YAŞAMSAL DERECEDE ÖNEMLİDİR”

Anadilde eğitim talebine vurgu yapılan açıklamada Arzu Koç, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Anadili Türkçe olmayan çocuklar eğitim sistemi içerisinde dezavantajlı konumda olmaya devam ettiler. Ulus devlet anlayışının temelinde yatan tek dilci anlayış eğitimin ideolojik bir aygıt olarak kullanımını güçlendirerek heterojen toplumların anadilinde kamusal hizmet almalarını engellemektedir. Anadilinde eğitim alamamak, bir yandan akademik becerileri ve başarıyı çocuğun yaşına ve gelişim dönemine uygun düzeyde yakalamasını güçleştirirken, özellikle ergenlik döneminde sadece dil ve ifade becerilerinde değil, duygusal ve sosyal gelişim süreçlerinde de olumsuz yansımalar yaratmaktadır. Eğitim bilimi açısından bakılacak olursa bir bireyin anadilini okul yaşamına katmamak, çocukların sağlıklı düşünmesinin ve yetişmesinin okul dışında bırakılması ve okul çağına kadar yaşadıkları, yaptıkları dilsel faaliyetin yok sayılması demektir. Eğitim makbul yurttaşlar yaratmanın bir aracı değildir. Anadilinde eğitim hakkı ertelenemez ve yaşamsal derecede önemlidir. Siyasi görüşü, etnik kimliği, dini inancı, mezhebi, hatta yaşam tarzı açısından iktidarın belirlediği sınırlar içinde olmayan ya da davranmayan herkes, her kurum OHAL sürecinden beri hedef haline getirilmiş ve birçok eğitim emekçisi işinden edilmiştir. Masa başında siyasi intikam hırsıyla alınan kararlar ve idari tasarruflarla işimizi elimizden alan, geleceğimizi karartmaya çalışanlara karşı en güçlü yanıtı, birlik ve dayanışmamızı büyüterek verdik ve vermeye devam edeceğiz. Sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi yürüttüğü için açığa alınan, ihraç edilen yönetici ve üyelerimiz de ‘suçlu’ değil, sendikalı ve örgütlü olmanın gereğini yerine getiren kamu emekçileri mücadelesinin onurudur. İhraç üyelerimizin bir kısmına OHAL komisyonu kararı, bir kısmına ise mahkeme kararı ile işleri iade edilmiştir. Red alan ihraç arkadaşlarımızın ise hukuk mücadelesi devam etmekte ve bizler inanıyoruz ki elbet bir gün bütün haklı kesimler gibi arkadaşlarımız da kazanacaktır.”

 

“BUGÜN NORM FAZLASI OLAN ÖĞRETMEN ÖTEKİ YIL NORMA DAHİL OLABİLMEKTEDİR”

MEB Norm Kadro uygulamasının eğitim emekçileri üzerinde oluşturduğu sorunlara değinilen açıklamada, Koç, şunları söyledi:

“Norm Kadro Fazlası Öğretmenlerin Başvuru ve Yer Değiştirme İşlemleriyle İlgili Duyurusunda 2023 Yılı Norm Kadro Fazlası Öğretmenlerin Yer Değiştirme İşlemleri Çalışma Takvimi’nde, geçtiğimiz yıllardan farklı olarak, 22 Aralık 2023 tarihinde norm fazlası öğretmenlerin resen atamasının yapılacağı bilgisine yer verilmiştir. MEB Norm Kadro yönetmeliği ile okulunda çalışan öğretmeni bir anda ihtiyaç fazlası durumuna düşürmekte, atama yönetmeliği ile de öğretmeni ikametgâhından uzak iş yerlerine resen atayabilmektedir. İlgili işlemleri yapma yetkisi illerde valiliklere bırakılmıştır. Normal yollarla okuluna atanmış öğretmenlerin norm fazlası durumuna düşmesinin sorumlusu öğretmenlerimiz değildir. Ayrıca 6 Şubat Maraş merkezli depremin ardından ilimize atama yoluyla deprem bölgesinden gelen öğretmenlerin bir kısmı da norm fazlası olmuşlar ve yeniden bir mağduriyet yaşama tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Birçok okulumuzda normlar yıldan yıla değişmektedir. Bugün norm fazlası olan öğretmen öteki yıl norma dahil olabilmektedir. Oysaki resen atama kalıcı hak kayıplarına ve sorunlara yol açmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının ve İl Milli Eğitim Müdürlüğünün plansızlığının sorumlusu öğretmenlerimiz değildir. Öğretmenlerimizi istemsiz bir şekilde iş yerlerinden kopartacak, ikametgâhlarından uzak yerlere resen atanması uygulamasından bir önce vazgeçildiği duyurusu ilgili kurumlarca yapılımladır!”

 

“EĞİTİM EMEKÇİLERİ ARTIRIMLI HİZMET PUANLARINI ALAMIYOR”

Kentte 10 bin eğitim emekçisinin davacı olduğuna değinilen açıklama şöyle devam etti:

“Diyarbakır’da yaklaşık 10 bin eğitim emekçisi artırımlı hizmet puanlarıyla ilgili açtıkları davanın mağduriyetini yaşamaktadır. 2020 öncesi döneme dair açılan davalar da Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi iptal kararı ile Ankara Bölge İdare Mahkemesi ret kararı arasında uyuşmazlık giderilmesi için yapılan başvuruda Danıştay İçtihat Birleştirme Kurulu Ankara Bölge İdare Mahkemesi kararının onanmasına Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi lehe olan kararının ise kaldırılmasına karar vermesi sonrası Gaziantep BİM de Danıştay kararına uyarak daha önce kabul ettiği kararlara ret vermeye başlamıştır. Bu karar sonrası yerel mahkemelerin de ret kararı vermeleri ile öğretmenler bir kez daha mağdur edilmiştir. Eğitim emekçileri artırımlı hizmet puanlarını alamadıkları gibi 12 bin TL’ye kadar varan dava ve vekalet ücreti ödemek zorunda bırakılmışlardır. Bakanlığın avukatlık ücretinden feragat ederek eğitim emekçilerinin mağduriyetini gidermesi gerektiğine dair talebimizi bir kez daha ifade ediyoruz.”

 

ÇOCUK EMEĞİ SÖMÜRÜSÜ

Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programıyla öğrenciler üzerindeki sömürü çarkına işaret edilen açıklamada Koç, şunları kaydetti:

“MESEM’ler adeta çocuk işçi çalıştıran ve çocuk emeğini sömüren yerlere dönüşmüştür. Milli Eğitim Bakanlığı’nın meslek liselerinde uygulamaya soktuğu Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programıyla öğrenciler 4 gün işe, 1 gün okula gidiyor. Çocuk işçiliğin yaygınlaştığı, işverenlere ucuz işgücü desteği sağlandığı, çocukların okuldan koptuğu program için MEB çocuklar üzerinden döner sermayedeki artışa dikkat çekmektedir. Öğrencilerimizi güvencesiz çalışma koşullarına mahkum eden politikalar onların yaşamını sonlandırmaktadır. Öğrencilerimizin staj adı altında güvencesiz, tehlikeli ve denetimsiz işlerde çalıştırılmasını kabul etmiyoruz. Ağustos 2023’te yayınlanan Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi’nde öğrencilerin ilkokul, ortaokul ve ortaöğretimin 9. ve 10. sınıf seviyelerinde ‘insan toplum ve bilim’, ‘din, ahlak ve değer’ ile ‘kültür, sanat ve spor’ seçmeli ders gruplarından her bir gruptan birer ders seçmelerini zorunlu hale getirilmiştir. Seçmeli ders tercihlerinde temel ölçütün öğrencinin ilgi ve yetenekleri olması esası göz ardı edilmiştir. Her gruptan bir ders seçme zorunluluğunun olması öğrencileri ilgi ve istekleri dışında zorunlu bir şekilde ders seçmeye itecektir. Örneğin bir öğrenci din, ahlak ve değer grubundan ders almak istemese bile bu yöntemle seçimi zorunlu hale gelmiştir. Seçmeli derslere ait yönetmelik çocuğun üstün yararını gözeten yerden yeniden düzenlenmelir. Her sene aralık ayında başlatılan seçmeli ders süreci bu yıl ara tatile gelinmesine ragmen hala başlatılmamıştır. Öğrencilerin tatilde olduğu bir dönemde başlatılması durumunda özgür ve bilinçli bir seçim yapmalarını engelleyebileceğinden, seçmeli ders sürecinin ikinci dönemin başlamasıyla beraber, öğrenciler okullardayken yapılması gerektiğini düşünüyoruz.”

 

TEK TİP KIYAFET DAYATMASI

Kılık kıyafet konusunda yaşanan sorunlara dikkat çeken Koç,

“Eğitime dair sorun yumağı katlanarak devam ederken, MEB bakanı öğretmenlere önlük dağıtarak sorunları görmezden gelmiştir. Sendikamız, “beyaz önlük” uygulamasına tek tip kıyafet dayatması nedeniyle karşı çıkarken, uygulama ilk gündeme geldiğinde özellikle kadın öğretmenlere yönelik olarak okul yönetimlerinin ‘bu nasıl kıyafet’ deyip önlük giymeyi dayatabilecekleri uyarısı yapmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın da okul idarecilerinin de öğretmelerin ne giyip ne giymeyeceğine karışma hakkı yoktur” dedi.

 

“İLİMİZDEKİ OKULLARIN YÜZDE 87’SİNDE SINIFLAR KALABALIK”

Eğitim ortamının fiziki koşullarındaki yetersizlikleri ise Koç, şöyle özetledi:

“Eğitim öğretim sürecini etkileyen unsurlardan biri de okulların fiziki koşullarıdır. Az kalabalık sınıflar öğrenciye daha fazla alan tanıdığı için bilişsel, sosyal ve psikolojik gelişimini olumlu etkilemektedir. Dolayısıyla kalabalık sınıfların olduğu okullarda bu durum tam tersi bir şekilde gelişmektedir. Okulların sayıca yetersizliği ve öğretmen atamasının yeterli düzeyde yapılmaması Diyarbakır’da da sınıfların kalabalık olmasına neden olmaktadır. Kalabalık olmayan sınıf sayısı 20 ve altı ile ifade edildiğini dikkate alırsak, ilimizdeki okulların yüzde 87’sinde sınıflar kalabalıktır değerlendirmesinde bulunabiliriz.”

 

EĞİTİM DE ARAÇ GEREÇ EKSİKLİĞİ

Eğitim araç ve gereçlerinde yaşanan eksikliklere dair de Koç, şöyle konuştu:

“Eğitim emekçilerinin sadece yüzde 10,9’u okullarını araç gereç yönünden yeterli bulurken, yüzde 50,8 kısmen yeterli bulmakta ve yüzde 38,3’ü yeterli bulmamaktadır. Okulların araç gereç, donanım bakımından eksik olması eğitime ayrılan bütçenin yüzde 3 olması ile sıkı ilişkilidir. Kalabalık sınıflar sorunu, okulların fiziksel koşullarının iyileştirilmemesi, ihtiyaç duyulan araç ve gereçlerin karşılanmaması Diyarbakır’daki çocukların eğitimde fırsat eşitliği hakkından faydalanmasını engellemektedir. Diyarbakır’da çalışan eğitim emekçilerinin yüzde 4’ü okullarında hiç yardımcı personel olmadığını, yüzde 56’sı ise 1 ila 3 arasında yardımcı personel olduğunu ifade etmiştir. Oysa ki sınıf mevcutlarının kalabalık olduğu okullarda ve köy okullarında yeterli sayıda yardımcı personelin olmaması öğrencilerin hijyen, ısınma, beslenme vb. durumlarının risk altında olduğunu ortaya koymaktadır.”

 

EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN YÜZDE 42,5 OKULLARININ YETERİNCE TEMİZ OLDUĞU FİKRİNE KATILMAMAKTA

Eğitim ortamındaki hijyen koşullarına ilişkin de Koç, şu ifadeleri kullandı:

“Diyarbakır’daki eğitim emekçilerinin yüzde 42,5 okullarının yeterince temiz olduğu fikrine katılmamaktadır. Bulaşıcı hastalıkların hızla yayıldığı böylesi bir dönemde okullarda hijyenden sorumlu yardımcı personellerin bulunmaması hem öğrencilerimizin hem de öğretmenlerimizin sağlığını olumsuz etkilerken, dolaylı olarak da toplum sağlığını olumsuz etkilemektedir. Eğitim emekçilerinin yüzde 22’si okullarının yeterince ısınmadığını, yüzde 33’ü ise kısmen ısınabildiğini belirtmiştir. Okulların yarısından fazlasında ısınma probleminin olmasını “uzaya gideceklerini” iddia ettikleri bu siyasal iktidar döneminde tartışıyor olmamızı çelişkili buluyoruz.”

 

DEPREMLERİN EĞİTİME ETKİSİ

Yaşanan depremlerin eğitim sistemine etkileri ise Eğitim Sen raporunda şöyle dile getirildi:

“Türkiye’nin deprem bölgesinde yer alıyor olması, binlerce öğrenci ve eğitim emekçisinin bir arada olduğu okulları deprem dayanıklı hale getirilmesini öncelikli hale getirmektedir. 6 Şubat Maraş merkezli depremler kentimizi de etkilemiş, birçok yapı deprem sırasında yıkılmış ve ağır hasarlı olan yapıların yıkımı ise depremin üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen devam etmektedir. Kentimizdeki okullar ise depremden etkilenen yapıların başında gelmektedir; eğitim emekçilerinin bir kısmı okullarında deprem sırasında çatlaklar meydana geldiğini, bir kısmı okullarının ağır hasar aldığını, bir kısmı ise okulda hasar olmadığını fakat okulun etrafında çok fazla hasarlı yapı olduğunu, bir kısmı ise okullarının az ve orta hasarlı olduğunu belirtmiştir. Ağır hasarlı olan okulların yıkılması ile ilkokul, ortaokul ve lise kademeleri bir binada birleştirilmiş ve depremin okullara verdiği zarar en basit yolla telafi edilmeye çalışılmıştır. Bakanlığın deprem bölgesindeki iller için özel okullarda okuyan öğrencilere teşvik vereceğine dair yayımladığı tebliğ aslında sorumluluğunu yerine getirmediğinin, okulların tadilatının yapılmadığının, yeni kamu okullarının açılmadığının ve bakanlığın sorumluluğunu özel sektöre bir kez daha devrettiğinin kanıtıdır. Kentimizde hala okulların zemin etüdünün yapılmaması, hasar alan okulların güçlendirme çalışmalarının yapılmaması ve okulların yüzde 40’ından büyük bir bölümünün 2007 yılında yürürlüğe giren deprem yönetmeliğinden önce yapılması olası bir deprem karşısında öğrencilerimizi ve eğitim emekçilerini dezavantajlı hale getirmektedir.”

 

EĞİTİM ORTAMINDA ŞİDDET SORUNU

Koç, raporun eğitim ortamında yaşanan şiddet sorunlarına dair tespitlerini de şöyle ifade etti:

“Okulların ve çevresinin hem eğitim emekçileri hem de öğrenciler açısından güvenli birer alan olması önemliyken eğitim emekçilerinin çoğunluğu kendilerini okullarında güvende hissetmediklerini dile getirmişlerdir. Okulların eğitim emekçileri açısından güvenli olmamasının en temel nedenini öğretmene yönelik şiddet eyleminin koruyucu hiçbir önlemin alınmaması nedeniyle çok kolay gerçekleştiğini ve son yıllarda bu durumun giderek arttığını ifade etmişlerdir. Şiddetin bizi kuşattığı gerçeğiyle karşı karşıyayken, ücretli, kadrolu, sözleşmeli çalışan bütün eğitim emekçilerin haklarını ve yaşamlarını gözeten, hiyerarşik değil eşitlikçi, iş barışını koruyan yeni bir meslek kanununa ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ifade etmeyi anlamlı buluyoruz. Trafik, madde kullanımının yaygın olması, güvenlik tedbirlerinin bulunmaması ve ikili eğitim yapılan okullarda hava karanlıkken eğitim-öğretime başlanılması vb. durumlar okulların çevresini eğitim emekçileri ve öğrenciler açısından riskli alanlara dönüştürmektedir. Maddeye erişimin kolay olması ve madde kullanımı ile satışına dair önlemlerin alınmaması madde kullanımını arttırmaktadır.”

 

OKUL DERS PLANLARININ CUMA NAMAZI SAATLERİNE GÖRE DÜZENLENMEK İSTENMESİ

ÇEDES Projesi üzerinden iktidarın eğitim alanındaki uygulamalarını eleştiren Koç, sözlerine şöyle devam etti:

“İktidar odaklarının toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair söylemleri kamusal alanın öznesi ve politikaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadının kamusal alan içerisindeki görünürlüğünü azaltmaya dönük bu politikalar okullarımızda karma eğitimi hedef almaktadır. Eğitim sistemi toplumsal cinsiyet eşitliğinden, bilimsellikten uzakta giderek dinsel bir şekilde dizayn edilmektedir. Eğitim tek cinsiyet, tek millet ve tek din ekseninde bir toplum yaratmanın ideolojik bir aygıtı olarak kullanılmaktadır. ÇEDES projesi ise homojen bir toplum yaratma istencinin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Manevi değerleri güçlü çocuklar yetiştirmek istiyoruz diyenlerin göz ardı ettiği önemli bir şey var ki o da Türkiye toplumunda her çocuğun manevi değerlerinin aynı olmadığıdır. Eğitim iktidarların ideolojik aygıtı değildir, toplumsal ihtiyaçları dikkate alan ve toplumsal çözümlemeler dahilinde yeniden inşa edilmesi gereken bir alandır. Eğitim sisteminde ve genel olarak toplumsal yaşamda iktidarın kendi dünya görüşüne ve yaşam tarzına uygun nesiller yetiştirme yönündeki uygulamaları tüm topluma yönelik fiili bir baskı ve dayatma haline gelmiştir. Bu konuda mesai saatlerinin ve okul ders planlarının Cuma namazı saatlerine göre düzenlenmek istenmesi, karma eğitim ilkesinin ihlal edilmesi, tek tip kıyafet dayatması vb. girişimler, eğitim sisteminin dini kurallara göre biçimlendirilmek istendiğinin kanıtı niteliğindedir. Bazı illerde okul yönetimlerince velilere dilekçeler imzalatılarak tek cinsiyetli sınıflar oluşturulmak istendiği, imam hatip okulları başta olmak üzere bazı okullarda karma eğitimin fiilen kaldırıldığı bilinmektedir.”

 

EĞİTİMDE MOBBİNG

Eğitim ortamında yaşanan mobbing ise raporda şöyle dile getirildi:

“Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kurumsallaşmasını mobbing ile alakalı yaptığımız çalışma üzerinden de okuyabilmekteyiz. Kadınların yüzde 34’ü kamusal alanda mobbinge uğradığını belirtirken, erkeklerin yüzde 50’si mobbinge uğramadığını belirtmiştir. Mobbing ve cinsiyet arasında ilişkisel bir bağ mevcuttur. Kadınlar çalışma hayatında çalışan kimliğinin ötesinde kadın kimliğinden kaynaklı şiddete, tacize, baskıya maruz kalmaktadır. Performans yerine cinsiyete dayalı yaklaşım kadınları kamusal alan içerisinde dezavantajlı hale getirirken, erkek çalışanlara avantaj sağlamaktadır. ILO 190 sayılı sözleşmenin imzalanması ve iş yerlerinde etkin uygulanması ve kamusal alanlarda mobbingi önleyecek tedbirlerin alınması çalışma yaşamında karşılaşılan şiddeti önleyebilecektir.”

 

YAŞANAN SORUNLAR EĞİTİMİN BÜTÜN BİLEŞENLERİYLE BİRLİKTE ÇÖZMELİ

Koç, rapora ilişkin açıklamasını şöyle sonlandırdı:

“Siyasal iktidar, ülkenin ve eğitimin sorunlarına yönelik kalıcı çözümler üretmek yerine, farklı inançlar, cinsiyetler, mezhepler ve kimliklere yönelik aşağılayıcı, baskıcı, dışlayıcı ve dayatmacı bir tutum izlemektedir. Eğitim Sen Amed şubeleri olarak siyasal iktidara ve uzantısı olan kurumsal yapılanmalara eğitim sisteminin eğitim emekçileri ve öğrencileri gözeten yerden dizayn etmeleri gerektiğine dair çağrımızı yineliyoruz. Siyasal iktidar ve MEB eğitimi araçsal olarak kullanmaktan vazgeçip, öğrencilerin, eğitim emekçilerinin, velilerin sorunlarını eğitimin bütün bileşenleriyle birlikte çözmelidir.”

Paylaş :

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. Çerezlerle ilgili detaylı bilgi için Çerez Politikamızı ziyaret edebilirsiniz.